Yaşamın içerisinde var olan önemli meselelerden biri de kabul etmek ve kabul görmek.
Çoğunlukla kurduğumuz ilişkilerde bu iki kavram temel taşları barındırmakta ve bu değerlerin sallantıda olması ya da kaybolması ilişkisel problemlere sebep olabiliyor.
Peki nedir kabul görmek ya da kabul etmek?
Bu kavramlar varolussal olarak bulunan karekteristik ya da davranışsal niteliklerimizi barındırmakla birlikte karşı tarafa bir çerçeve sunar, bize dair.
Bu çerçevenin içerisinde var etmek diğer insanları çoğu zaman oldukça zor olmakta, çünkü bu çerçeve bana ait ona değil. Onunsa kendine ait farklı bir yolu,yolculuğu var yaşamın içerisinde.
Bu benim yolum ve yolculuğum sende buna katıl demek onu, değerlerini reddetmekle eşdeğer aslında, bu yuzden kabul görmek ya da kabul etmek çok zor aslında.
Kabul ettiğimiz şey o değil onun hayatını kendimize yuva edinmek, yolculuğuna eşlik etmek yerine yolculuğunu sahiplenmek.
Aksi de münkün tabiki,yani bu benim yolculuğum artık seninde yolculuğun diyerek onu bağımlı etmek hayatımıza. Bu yüzden zor bu iki kavram kabul etmek ve kabul görmek..
Peki ne yapmalıyız,hangisi doğru?
Her insanın dogal bir varoluş süreci ve anlamlandırma yetisi var ve bu çoğu zaman kişiden kişiye değişmektedir.
Bizim hedefimiz biricik olan yaşam seruvenimizi birilerine empoze etmek ya da birilerinden alıp hedef edinmek yerine, biricikliğini görebilip deger vermek ona ve kendi yaşam serüvenimize.
Onu bağımlı etmek ya da ona bağımlı olmak yerine, değer vermek çıkmış olduğu yola ve yolculuğa. Bunu yaparken bir boşluk yaşayabiliriz içsel olarak, bir yetersizlik ya da bu da kendimizle alâkalı bir boşluk olacaktır muhtemelen.
Çünkü kendine yol edinmemiş bir insan ya başkalarının yolundan yürür ya da savrulur kendi etrafında.
Bu yuzden bu boşluğu işe yarar bir biçimde doldurmanın en güzel biçimi önce kendini tanıyıp sonra yolculuğu belirlemek, senin olan sana uygun olan.
Ancak bu sekilde saygı duyarız bir başkasının farklılığına...