Bozacının şahidi şıracı, meyhanecinin kefili bozacı

Abone Ol

       Değerli okurlar 

   Sizlerin de bildiği gibi kaçak içkiler ortalıkta geziyor ve ölüm olaylarıyla sonuçlanıyor.    Vergisi ve yasaklı olması nedeniyle tabii ki.

Tarihten günümüze içki ve yarattığı kültür, (alkol ve alkollü içkiler) Türklerin tarihinde köklü ve önemli bir yere sahiptir. Başlı başına bir kültürdür. 

   Alkol insanlık tarihi kadar eskidir ve her toplumda kendi kültürünü oluşturmuştur. Öte yandan bağımlılık gibi büyük bir sorunu da ortaya çıkarmıştır.

    Alkol kelimesi Arapçada bir şeyin özü veya aslı anlamındaki "al kihl" sözcüğünden gelir.

Türk kavimlerinin yayıldığı Orta Asya ile Doğu Avrupa’nın her bölgesinde, elinde içki kadehi tutan heykellere rastlamak mümkündür. Türk tarihi profesörü Bahattin Ögel, ‘’eski Türklerde otağın ortasında içki kadeh ve sürahilerinin durduğunu, içkiye başlamadan önce ‘Yer ve Su Tanrıları için, içki saçıldığını’’belirtiyor.

   Aslında Türkler’de adı geçen içki, kımız’dı. Kımız, günlük yiyecek ve gıda amacıyla kullanılıyordu. Birçok gezgin Orta Asyalıların bazen yemek yerine sadece kımız içtiklerini anlatmaktadır. Orta Asya Türklerine göre kımız, beşikten mezara kadar herkesin içkisi olup, birçok hastalıkların, yaşlılık ve dermansızlığın yegâne ilacıdır. Kımızın bir tür “Süt Şarabı” olduğu söylenebilir.

     Eski Türklerde idiş adı verilen içki kadehi gamı ve kederi gidermenin bir sembolü olarak da görülüyordu. Türkler, üzüm şarabı için ‘Bor’ sözcüğünü, bira ve boza, yani arpa, buğday ve darı gibi tahıldan yapılmış içkilere ise bekni diyordu.  

     Türkler; Orta Asya’dan göçerek Anadolu’ya geldiler. Anadolu’nun yerli kültürlerinde de alkolün adı vardı. Şarap ilk olarak MÖ 4000 yıllarında Anadolu’da üretildi. Anadolu’nun yerlisi Hititliler özellikle şaraba düşkün olduğunu biliyoruz. Sümerler ise daha çok biraya düşkündü. Sümerler birayı beslenmek amacıyla yani bir gıda olarak tüketiyorlardı. MÖ 4000 yıllarında Mezopotamya ve daha sonra Mısır’da içilen bira, eskiçağda ekmekle birlikte önemli bir besin kaynağıydı. 

    Türklerin kurduğu en büyük imparatorluklardan biri de Osmanlı imparatorluğudur. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in saltanat döneminden beri meyhaneler bulunduğu ve bunların Bizans döneminden kalmış oldukları çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Bu kaynaklardan bazıları, o dönemde İstanbul meyhanelerinin dünyaca ünlü olduğunu belirtir.  

    Yavuz Sultan Selim dönemin de İstanbul’da içki tüketiminin sonucu meyhaneler açılmaya başladı. Şarabı yapan ve satanlar gayrimüslimlerdi 

    Muhteşem Süleyman yani Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktıktan bir süre sonra içki

düşkünleri müthiş bir darbe ile karşılaştılar. Yeni padişah, kanunlar yapıp devlet işlerine bir

düzen verdi, aynı zamanda içki kullanmaya da çok sert yasaklar getirdi. O dönemin şairlerinden Nevi bu durumu şöyle anlatır:

                 kalbi aşık gibi viran ettiler meyhaneyi

                bivefalar ahdine döndürdüler peymaneyi

    İçki alınıp satılan yerler kapatılmış, gizlice içki içenlere ise şiddetli cezalar getirilmişti. Bu

yasağın ilk günlerinde İstanbul’a şarap yüküyle gelen gemilerin yaktırıldığı da anlatılmaktadır. Muhteşem Süleyman’ın oğlu II.Selim döneminde ise içki yasağı unutuldu, meyhaneler yeniden açıldı. II.Selim gayrimüslimlerin şehre vergisini vermek suretiyle serbest içki getirebilmelerine izin verdi, aynı zamanda içki vergisini toplamaya da bir görevli atadı. 1570 II. Selim’in saltanat döneminden itibaren “âb âlemleri” yaygınlaştı.

      Müslümanlara içki yasak olduğu için kırlarda yapılan alkollü eğlencelere ab yani su alemi adı verilmişti. Yasak sadece Müslüman mahalleri için uygulamış,  gayrimüslimlerin oturdukları yerlerdeki meyhanelere dokunulmamıştır. Böylelikle Müslümanlar da,

gayrimüslimlerin oturdukları mahallelere giderek ihtiyaç ve isteklerini giderme olanağı bulmuşlardı.                                                                 

    İçki yasağının en şiddetle uygulandığı dönem hiç kuşkusuz ki IV. Murat’ın saltanat dönemidir. Bu dönemlerde içki yasağının kapsamı değiştirildi, gayrimüslim azınlıklar da yasağa tabi oldu. Bunun başlıca nedeni gayrimüslimleri de yasak kapsamına alarak alkollü içki yasağının delinmesini önlemekti. IV. Murat içkiyi, tütünü yasaklamakla kalmamış bütün meyhaneleri de yıktırmıştır. Meyhaneler yıkıldıktan sonra halk bozahanelere akın etmeye başlayınca padişah IV. Murat boza üretimini de yasakladı. Çünkü boza fazlaca ‘tahammür’ ettirildiğinde 2-3 derecelik alkol içermekteydi.

    Çok sıkı içki ve tütün yasağı konulan IV. Murat’ın saltanat döneminde bile İstanbul’da 600 den fazla kişinin meyhanecilik yaptığı, 300 kadar da koltuk meyhanesi bulunduğu belirtilir.   İçkinin serbest olduğu, meyhanelerin en parlak yıllarını yaşadığı, içki içme adabının inceldiği, kendi kültürünü yarattığı, şiir ve şarkıya yansıdığı dönem 1718–1730 arasındaki Lale Devri’dir.

     Lale Devri’nin büyük şairlerinden Nedim meyhane için…

                 Meyhane mukassi görünür taşradan amma

                 Bir başka ferah başka letafet var içinde   ….demiştir.

   Tanzimat’tan sonra meyhanelerin İstanbul’da göze batacak bir biçimde çoğaldığı

görülmektedir. Tanzimat’tan sonra içki yasağı konusunda sert önlemlerden kaçınılmakla

birlikte, sarhoş olup taşkınlık yapanların cezalandırılması ve meyhanelerin gözetim altında

tutulması sürdü. Batılaşmanın da etkisiyle yabancı içkiler tüketilmeye başlandı, hatta saray çevresinde de yabancı içkiler moda oldu. Örneğin II. Abdülhamit konyak ve rom, V. Mehmet (Reşat) ise konyak seven padişahlar olarak bilinirler.

    1880’li yıllarda Sultan Abdülhamit döneminde, başmabeyinci ve maliye bakanlarından

Sarıcazade Ragıp Paşa Tekirdağ yolu üzerinde ilk rakı fabrikası olan”Umurca Rakı

Fabrikası”nı kurdu. O dönemin Beyoğlu’su daha doğrusu Pera’sı lüks otelleri, kafeşantanları, kabareleri, birahaneleri, balozları, içkili gazinoları ve tiyatroları ile çehresini değiştirmişti. O zamana dek sadece meyhaneyi bilen Osmanlı Türkleri için bu çok değişik bir eğlence tarzıydı.

 İçkili yerlerde Fransız etkisi belirgin olarak hissediliyordu. O zamana kadar içkili gece hayatı mekanları sadece Rum Ermeni ve Yahudi gibi gayrimüslim azınlıkların tekelindeydi.  

                   Evliya Çelebi’ye göre “Galata demek meyhane demektir”  

Osmanlı döneminde üzüm bağları daha çok Rum, Ermeni ve Yahudilerin elindeydi. Türk

bağcılarının şarap üretmesine devletçe izin verilmediği için, Türk bağcıların yetiştirdiği

üzümler Osmanlı halkı tarafından daha çok meyve olarak tüketilirdi. Meyhanelere içki içmek için gelen Osmanlı Türkleri içkilerini sessiz sedasız, büyük bir tedirginlik ve korku içersinde gizlice içerlerdi veya içkilerini gizlice evlerine götürürlerdi.

İçki içen Müslümanlara had cezaları uygulanırdı. Had cezalarında, içki içtiği saptanan kişi 80

veya 100 kere sopa ile dövülürdü. Şayet aynı kişinin ikinci kez içtiği saptanırsa bu kez had

cezası katlanarak uygulanırdı.

       İslam dininde alkol yasaktır. Bazı Müslümanlar bu yasağı sadece mayalı içkileri kapsadığı biçiminde yorumlanmıştır. Rakı, şarap gibi mayalı bir içki değildir. Rakı damıtılmayla yapılan bir içkidir. Rakının mayalı değil, damıtılmış bir içki olması nedeniyle rakı içmenin günah sayılmayacağı düşünülmüştür. Böylece rakı Türklerin ulusal içkisi haline gelmiştir.İçki içerken padişahların bile hemen hemen aynı bahanelere sığındığı görülmektedir. Bazı padişahların şeker kamışından yapılan rom içkisini içtikleri, bu nedenle de günah

işlemediklerini ileri sürdükleri anlatılır.

      Öte yandan boza ve şıra gibi mayalı içecekler kimi zaman içkiyle eş tutulmuştur. “Bozacının şahidi şıracı”, “meyhanecinin kefili bozacı” deyimleri de bu yüzden dilimize girmiştir.

     İçki içmek isteyip de içemeyen bir Müslüman, Türklerin tarihinde yoktur. Ama içene ve

bulana kadar sıkıntı çekmiştir, yalan söylemiştir. Bütün dini ve zaman zaman idari yasaklara

rağmen, içki İstanbul hayatının ayrılmaz bir parçasıdır.

İçkili eğlencelerin üstü kimi zaman Ab alemi, yani su alemi diye örtülmüştür. Biraya da

“Fatma ananın helvası” diye şifreli bir isim verilmiştir.

      Türk eğlence yaşamının önemli unsurlarından birisi olan Karagöz’de de alkol kullanan

karakterler dikkati çeker. Matiz, tiryaki veya tuzsuz deli Bekir bunlardan bazılarıdır.

Tüm bunlar alkolün Türk toplumunda kendi kültürünü ve geleneğini yarattığının bir

göstergesi olarak yorumlanabilir.

                                                 II. Bölüm 

      Osmanlı devleti de diğer tüm devletlerde olduğu gibi yasaklama ve vergi ikilemi hep

yaşanmıştır. Alkollü içkilerden “Şıra”, ‘cizye’, ‘zecriye’, ‘reftiye’, ‘ithaliye’, “Rüsumu

Müştemia’, ‘resmi miri’ “Rüsumu Sitte” gibi isimlerle vergi alınmıştır. Devlet alkolün

getirdiği parayı gözden çıkaramamıştır.

      Türkiye Cumhuriyetinin kurulduktan sonra ki ilk işlerinden birisi içkiyi yasaklamak oldu. Men-i Müskirat yani içki Yasağı Eylül 1920 tarihinde kabul edildi. Men’i Müskirat Yasası Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin kabul ettiği 22. kanundu. Bu yasayla her türlü içki üretimi, ithalisatın alınması ve kullanılması yasak edilmişti.

      Bu dönemi Hüseyin Rahmi Gürpınar, Heybeliada’daki evinde yazdığı “Meyhanede

Kadınlar” adlı eserinde şöyle anlatır: “Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis,

zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı”.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi 1926 yılında yasağı yürürlükten kaldırdı. Yeni yasayla her türlü ispirto ve ispirtolu içkiler devlet tekeline alındı.

     İstanbul’da 1918 yıllarından 1940’lara kadar Beyaz Rus olgusu yaşandı. Rus devrimi sonrası ülkelerinden kaçan Ruslara İstanbul kucak açtı ve bir süre misafir etti. Ruslar İstanbul gece hayatına yeni bir renk katmıştır. Rus eğlence mekanlarına örnek olarak Frederick Thomas tarafından açılan Maksim gazinosu verilebilir. Moscovite isimli rus lokantası daha sonra George Carpitch tarafından alındı ve meşhur karpiç halini aldı. George carpitch Atatürk’ün isteğiyle karpiç lokantasını Ankara’ya taşıdı.  Maksim, rejans, turkuaz gibi lokantalar beyoğlundaki meyhane geleneğini gazinoya çevirmiş, içki kültürüyle eğlence kültürünü birleştirmişti.                 

    Atatürk de alkol kullanırdı. Atatürk’ün akşamları birçok kişiyi davet ettiği sofraları meşhurdu. Bu sofralar, ülke meselelerinin geniş biçimde, zaman sınırlaması olmadan tartışıldığı meclislerdi.“Sofra” onun için bir “araç”tı.

         Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der: “Atatürk’ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır.”

        Atatürk’ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava sevgi, vefa ve arkadaşlıktı. Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranırdı. Gönül sohbet ister, kahve bahane şiirinde olduğu gibi, M. Kemal için de amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu. Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası idi 

        İkinci dünya savaşı sırasında Türkiye’de Recep Peker hükümeti, yalnız birikmiş olan

ekonomik sorunlarla değil, savaş sırasında toplumun sosyal yaşamında açılmış yaralarla da uğraşmak ve bu yaraları iyileştirmek durumunda kaldı. Ekonomik durumun kötü olması nedeniyle gücü içki almaya yetmeyen insanlar, insan sağlığına zararlı olan mavi ispirto

içmeye başlamıştı. Halkın alkol alımını kolaylaştırmak, mavi ispirto kullanımını azaltmak, toplumun sağlığını koruyabilmek için Recep Peker hükümeti rakı fiyatlarını ucuzlattı.

       Bu karar toplumda bazı kesimlerin ve Yeşilay Cemiyeti’nin büyük tepkisiyle karşılandı.

Aslında, Türkiye’de alkole karşı duruşlar çok eskilere uzanmaktadır. Ancak bu çabalar Ömer

Besim Paşa’nın kimliğinde resmiyet kazanır. 1934 yılında içki düşmanı gazete çıkarılmaya

başlandı. Genç bir ekip alkole ve diğer uyuşturuculara karşı mücadele verdi. Alkol ve benzeri

maddelere karşı olan hareketin ülkemizdeki en önemli simalarından birisi Fahrettin Kerim

Gökay’dır. İçki düşmanı gazeteyi de çıkarmıştır. Ufak, yani 35’lik rakının piyasaya çıktığı

günler Fahrettin Kerim’in alkole karşı mücadelesinin de en ateşli yıllarıdır. Küçük rakı ufak

tefek olan Gökay’a benzetilerek meyhane müdavimlerince “Fahrettin Kerim“ olarak

adlandırılmıştı.                      

   Türkiye’de bira önceleri ciddi bir sorun olarak görülmedi. 1930’lu yıllarda bira serinletir isimli bir ilan bile verilebilmişti.  Özellikle 1980’lı yıllarda meşhur “bira bu kapağın altında” diye başlayan reklâmlar ve yeni pazarlama yöntemiyle birlikte birahaneler birdenbire çoğaldı. Televizyonlu birahaneler açıldı.

    Bu varoş gençliğinin şehir içine yayılma yollarından biriydi. Bira Türk televizyonlarında

reklâmı yapılan tek alkollü içki oldu.

                               İçki ve meyhane kültürü

   Rakı, kendi dilini, adabını, edebiyatını kısaca kültürünü yaratmıştır.

Osmanlı döneminde “usta meyhaneci” lere barba denirdi. “Tezgahçı” içki tevzi tezgahında

görev yapar, sofradaki konuklara ise “saki” (ortacı) hizmet ederdi. Sakilerin konuklarına cilve

yaptıkları, bel kıvırdıkları, göz süzdükleri bilinir.  

    Ramazanda meyhaneler kapatılırdı. Bayram arifesinde meyhaneciler gedikli müşterilerinin

evlerine midye veya uskumru dolma gönderirlerdi. Buna "unutma bizi dolması" denirdi. 

Halk arasında rakıya aslan sütü denilmesinin nedeni eski Osmanlı meyhanelerinde rakının

aslan kabartmalı kaplarda sunulması ve renginin sütle aynı renkte olmasıdır. Ve bu inanışın

sonucunda insanlar rakının içildiği zaman insana cesaret vereceğine inanırlar.

Rakı sofrasına çilingir sofrası adı da verilir. Rakını n içen kişiyi açtığı düşünüldüğü için rakı sofrasına çilingir sofrası denir. İçki sofralarına halen bugün dahi, “içelim, açılalım” diye oturulur. Rakı içmeye demlenme de denir. Demlenme sohbet anlamına gelen bir sözcüktür. Bu da rakı sofrasında sohbetin önemini gösteren bir vurgudur. Alkolü fazla kaçıranlara ise küfelik adı verilirdi.

   Türkler yasaklar nedeniyle meyhanecilik yapmamıştır ama alkol ve meyhane üstüne birçok şarkı yapılmış, birçok şiir yazılmıştır. İçki, Türk edebiyatının başlıca konularından birisi olmuştur. Birçok şiir içki üstünedir. Örneğin divan edebiyatı şairlerinden Fuzuli

Gül vakti, gül renkli şarap kadehini yitirme Şair Orhan Veli için ya“İçkiye benzer bir şey “

vardır havada, ya da“ rakı şişesinde balık “olmak ister.

       Cahit Sıtkı Tarancı der ki…

“Haydi Abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun, işte oldu akşam

Kur bakalım çilingir soframızı,

Dinsin artık bu kalb ağrısı.”

Türk müziğinin başlıca konularından birisi de yine alkollü içkilerdir… Türk yiyecekleri meyhanelerde meze olmuştur. 

       İçki adabı

      Azı karar çoğu zarar deyimi de alkolün fazla kaçırılmamasını öğütleyen bir deyimdir. Azı

karar çoğu zarar yasası…

sağlık için bir kadeh,

aşk ve zevk için iki,

şamata yapmak için üç,

uyku için dört,

keseye zarar için beş,

kavga çıkarmak için altı,

morartılmış gözler için yedi,

başının kanunla derde girmesi için sekiz,

bozuk bir mide için dokuz,

çılgınlık ve eşyaların etrafa fırlatılması içinse on kadeh.                 

   İçki şişede durduğu gibi durmaz deyişini Can Yücel bir şiirinde şöyle anlatmıştır.

Şişede durduğu gibi durmaz

Tutar insanları insana sevdirir

Bazen de tutamağı tutar

Tutar insanı insanlardan bezdirir.

   Türkiye’de halen alkollü içkiler satın alındıktan sonra bir gazete kâğıdına konur veya siyah

naylon poşette taşınır. Bu davranışın amacı hem gizleme, hem de karşı tarafa gösterilen

saygının bir belirtisidir.

      Değerli okurlar     

      Beraber yaşayan iki toplumdan birine yasak, diğerine yasak olmayan alkol, kendine konan

yasakları hep delmiştir. Gayrimüslimlerle Müslümanları alkol birbirine yakınlaştırmıştır.

Tadlar ve hazlar, tarihle kültürle ve toplumsal değerlerle karışır ve yoğrulur. Yasakları

dinlemez, duvarları aşar. Kültürün bir parçası haline geliverir. Alkol çoğunluğu Müslüman

olan bir toplumda da kendi kültürünü oluşturmuştur.

    Bir deyişe göre “meyhaneciliği öğrenmek istiyorsan eğer, Ermenilerin yanında çalış, sonra da diplomayı bir Rum’dan al. Ama diplomanın imzasını Türkler atar, mührünü de onlar basar” denir.                                       ( Kültegin Ögel-Türkiye’de Alkol Kültürü’nden)